DEM

Fatih Duman’ın kalemini çok seven ve üç harfli serisinin tamamını edinen biri olarak DEM kitabını size takdim edeyim. Diğer kitaplarına göre kurgusu bir nebze daha zayıf kalmış, asıl konuya daha geç girmiş. Ama kitap oldukça ince ve yazarın üslubu yine alıp götürüyor sizi. Hiç bilmediğim, sadece adını duymakla yetindiğim birisini anlatıyor; Telli Baba.

Romanı okuduktan sonra daha ayrıntılı olarak baktım, hakkında birkaç rivayetten başka hiçbir bilgi bulunmuyor. O birkaç rivayet de birbirini tutmuyor. Kimisi Osmanlı’nın bir tabur imamı olduğunu, kimisi aslında Telli Gelin adlı bir kız olduğunu, kimisi de sevdiğine kavuşamayan bir mâşuk olduğunu söylemiş ve daha bunun gibi birkaç rivayet daha. Türbesi Sarıyer’de, boğaza nazır bir şekilde defnedilmiş. Sanki İstanbul’un muhafızlarından biri.

Hikaye, sakin bir kütüphaneci olan Bilal’in, kütüphanede adı dahi olmayan bir kitap bulmasıyla başlıyor. Kitap, Benjamin adlı bir yabancının mektuplarından oluşuyor. Önce İstanbul’a olan hayranlığını okuyoruz. Yazar burada o kadar güzel tasvir ediyor ki İstanbul’u, benim gibi İstanbul’la hiç alakası olmayan kimseler bile kayıtsız kalamıyor bu nadide güzelliğe.

“Çok sonraları anladım ki; İstanbul denen bu latif beldede her insanın bir tarihi vardır. Hem İstanbul’un yazılmamış  ne çok efsanesi vardır! Her ölünün hikayesi, her yapılanın bir gayesi vardır. İstanbul’u her kim anlatsa eksik, kim onunla ilgili bir şeyler söylese yarım kalmış. Kim ona güzel dese yalan, zira gözle görmeden anlaşılmaz. Her karışında ayrı bir efsun bulduğum, her beldesinde bir ayrı hikaye okuduğum, her insanın simasında bir ayrı hüzün gördüğüm şehir; adı İstanbul.”

“İstanbul’da yaşanmaz, ölünür İstanbul’da...”

Bu yabancının yolu bir gün Telli Baba türbesiyle kesişiyor ve orada hiç tanımadığı esrarengiz bir ihtiyar ona bu mezarın hikayesini anlatmaya başlıyor. Kimsesiz bir garip Abdullah’ın hikayesini yani.  

“Tesadüf, dedi, tesadüf diye bir şey yoktur dünyada. Tesadüf, gafillerin sırra verdiği isimdir."

“Zira her var olanda ezelden var olanın, yani ki Ezelî olanın bir nişanesi vardır, bilmez misin?”

Son olarak her kitabında olduğu gibi, bu kitabında da hikayeyi gönül gözüyle görmeye davet ediyor yazar bizleri.

“Yalnızca bakma, hem de gör. Zira bakmak ve görmek aynı şey değildir. Bakmak göz ile olur görmek gönül ile. Her şeyi yalnızca gözlerinle görüyor olsaydın eğer, tek gördüklerin gözüne aksedenler olsaydı nasıl rüya görür nasıl hayal ederdin?”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar