THE LUNCHBOX (SEFERTASI)



Alışılmış renkli, danslı, şatafatlı, tutkulu  Hint filmlerinden hayli uzak, sade, kıyıda köşede kalmış insanların hikayesi diye tanımlayabilirim ilk bakışta bu filmi. Hakkında yazılan yazıları okuduğumda gerçekten bilmediğim şeyler öğrendim. Mumbai'de her gün hanımların yaptıkları yemekler sefertaslarıyla, kilometrelerce uzaklıktaki eşlerinin işyerlerine asla şaşırılmadan bisikletlerle sistematik bir şekilde götürülüyor. Ve bu sistem Hindistan'da 1800'lerden beri süregelen bir gelenekmiş. Navigasyon yok, telefon yok. Okuyunca gerçekten de şaşırdım. Çok daha fazlası vardır ama ben pek ayrıntısına girmeyeceğim. Filmin de ana konusu adından da anlaşıldığı gibi bu. (Yanlış hatırlamıyorsam Harvard Üniversitesine tez konusu olmuş bir mesele bu, 4 milyondan sadece 1 yanlış olduğu görülmüş.) İşte filmimiz bu tek yanlıştan yola çıkıyor. 

Filmin içeriğine gelecek olursak, ben kıyıda köşede kalmış, sade insanların iç dünyalarını izlemeye bayılıyorum. Çünkü bizden biri oluveriyor onlar. Yoldan geçerken dönüp bakmayacağımız, fark etmeyeceğimiz o kişileri anlamaya başlıyoruz. Onların yalnızlıklarına tanık oluyoruz. Başrolde İrfan Khan'ın canlandırdığı Saajan karakteri de emekliliği yaklaşmış, eşini kaybetmiş yalnız yaşayan, belki de sadece günü kurtaran bir adam. Her gece balkonunda sigarasını içerken, bir yandan karşısındaki mutlu aile tablosunu andıran komşularını izliyor. Aile hasreti ve yalnızlık elemi çektiğini anlıyoruz aslında bu sahnelerle. İnsanın kendini ifade etmesi illa sözle mi olmalı? Bakışları, iç çekişleri de onu ele vermez mi? 

Kadın karakterimiz Ila, ailesiyle ama o da yalnız bir kadın. Kocasının görmediği, sadece ev işleriyle meşgul olan bir kadın. Ve bir gün kocasına hazırladığı sefertası başrolümüz Saajan'a gelmesiyle ikilinin hayatları birbirine dokunuyor. (Sonrası spoiler olabilir.)


"Bazen yanlış tren seni doğru istasyonda indirebilir."

Birbirlerine sefertasından notlar göndermeye başlıyorlar. Filmin kilit noktası bu notlar. İnsan prangaları, kaygıları olmadan özgürce birini içine açma ihtiyacı duyuyor belki de. Aslında kadının evli olması bu noktada şüpheli bakmama sebep olsa da, bir sırdaş ve arkadaş olarak birbirlerine içlerini açıyorlar, burda hayal dünyasına dalmadan gerçekçi kalabilmeyi başarmış senarist. Filmin sonu ise bence tam yerinde olmuştu. Bir kere görüşebilseydiler dedimse de, adam da kadın da geleceğe umutla bakmaya başlıyorlar. Ila da kendinin farkına vararak sorumluluğunu alabilecek hale geliyor ki bence karakter gelişimleri güzeldi. Ucu açıktı, böylesi daha da anlamlı olmuş.

Sadeliğin hakim olduğu, gündelik hayat içinde ince duygulara dokunan nahif bir film.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar