GASSAL

Bugün size son zamanlarda her yeri kasıp kavuran bir projeyle geldim: Gassal. Ne zamandır yazmak istediğim ancak bir türlü vakit bulamadığım bir şeydi. Herkes kendi penceresinden gördüklerini yazdı diziyle ilgili. Ben de bulabildiğim minik bir boşlukta yazmaya koyulayım dedim. Ama ne yazacağımı ben de bilmiyorum. Bakalım parmaklarım beni nereye sürükleyecek.


Bir dizi çok meşhur olursa onu pek izlemem aslında. Özellikle de sosyal medyada sürekli paylaşılıyorsa. Ama Gassal'a karşı pek önyargılı olamadım, çünkü konusu her şeyden başkaydı. Sezon finaline dair büyük bir spoiler da yiyince, artık ne kaybederim ki en iyisi başlayayım dedim. (Not: Dizilerin önemli yerlerini ve finallerini lütfen sosyal medyada paylaşmayın, tüm heyecanımız uçup gidiyor)

                                                            

Adından da anlaşılacağı gibi dizinin ana temasını ölüm oluşturuyor. Ama bu sizi ağır bir drama izleyeceğiniz zannına düşürmesin, ben dizide baya baya güldüm. Absürt komedi tarzı gibiydi biraz da. Mesela sahne günlük yaşadığımız bir olayı anlatıyor, ama bunu seyirciye öyle gösteriyor ki yahu biz bu absürtlükleri nasıl yaşıyoruz dedirtiyor. Hatta dizide yer yer tek normal insan Baki'ymiş de geri kalan herkes anormalmiş izlenimi uyandırıyor. Yani dizide uydurulmuş bir absürtlük yok ama zaten bizim gündelik hayatımızda yaşadığımız mantıksızlıkları gösteriyor. Bu sebeple de dizi bir hayli doğal, bir hayli bizden olmuş. Bence fazlaca kabul görmesinin nedenlerinden biri de bu.


Dizinin ana teması ölüm demiştim. Hayatımızın bu kadar içinde olup da bu kadar görmezden geldiğimiz başka bir hakikat yoktur herhalde. Herkesin en emin olduğu gerçektir ölecek olmamız. Ama sanki hiç ölmeyecek gibiyiz bu hayatta. Devekuşu misaliyiz biraz, başımızı kuma sokuyoruz, avcıyı görmeyince o da bizi görmez zannediyoruz. Ama avcı bizi gayet net görüyor, bizse avlanacağımız zamana kadar kendimizi kandırıyoruz sadece. İşte Gassal biraz da bize bu gerçekleri gösteriyor. İzlemek istemeyenlerin bazısı ölümü de hatırlamak istemiyor bence. Oysa hayat ölümle hep kol kola. Doğduğumuz andan itibaren ecelimiz bizi takip ediyor. Bunun bilincinde olmak mı daha iyi, yoksa unutup gaflete düştüğümüz bir an ansızın yakalanmak mı?..


Hafv ve reca dengesi vardır, korku ve ümit arasında olmak. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da dengeyi bulmak gerek. Ancak başrolümüz Baki'de terazinin diğer kefesi ağır basıyor. O kadar ölümle iç içe olmuş ki, hayattan hiçbir beklentisi yok, umudu yok, yaşamak gibi bir telaşı yok. Tek bir kaygısı var, o da ölünce onu kimin yıkayacağı. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim, dizinin reklamı çok sıra dışıydı doğrusu. "Ölünce beni kim yıkayacak?" Hayatımda bir kere bile aklıma gelmemiş bu soru, Baki'nin uğruna uykularını feda ettiği bir sorun oluyor. Aslında herkes hayata kendi perspektifinden bakar ya, neyle iştigal ediyorsa o dikkatini çeker. Baki de bir gassal. Dolayısıyla hayattaki en büyük meşgalesini dert ediniyor. Dizinin konusunun büyük bir kısmını da bu teşkil ediyor zaten.


Dizideki zıtlıklardan bahsedeyim biraz. Öncelikle Baki ne kadar karamsarsa etrafındaki insanlar da o kadar hayat dolu. Hayatla ölüm kol kola dedik ya, dizi boyunca da buna şahit oluyoruz. Baki'nin en yakın arkadaşı Ahmet, eşi Neslihan, çocukları, Nazım abi, Merdan... Hepsi neşeli insanlar. Hani bir arkadaş ortamında negatifliğiyle enerji sömüren tipler olur ya, hah işte o Baki. Kendisiyle hayatı hatırlatan her şey arasına mesafe koymuş. Bebek tutamıyor mesela, bebek demek hayat demektir çünkü. Evlenmeyi hiç düşünmemiş, evlilik yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bahçesine bile bir şeyler ekmemiş, tohumun filizlenmesi de hayattır zira. Aynı zamanda lafını esirgemeyen, dobra biri. Dedik ya bir beklentisi yok, umudu yok, kaybedecek bir şeyi yok. Kaybedecek bir şeyi olmayan adam lafını söylemekten neden çekinsin ki? Tek derdi ölüm olan adam hayata karşı pervasız davranır, önemsemez.

Böyle bir insanın adının "Baki" olması da ayrı bir ironi mesela. Ölümün anlatıldığı dizinin jenerik müziğinin hayat dolu olması da öyle. Sözleri kimi anlatıyor acaba?...

"İstedim ki sokakta, 
Asık suratlı kalmasın.
Büyükler büyüdükçe,
Gülmeyi unutmasın...."

Sahi ya, Baki hiç gülmüş müydü?..


Baki'nin ara sıra gördüğü bir dağ lalesi vardı, kendisine babasıyla küçükken gittiği yeri anımsattığını söylemişti. Dağ lalesi gençliği ve tazeliği simgelermiş. Kötü bir ruh hali içindeyseniz, solan bir umudu ve unutulmuş hissiniz olduğunu, iyi ve olumlu bir ruh halindeyseniz, beklentiyi sembolize edermiş. Yani yine iki zıt bir metaforla birleştirilmiş.


Şunu da söylemek istiyorum, Baki'nin yaşadığı her şeyde drama bağlaması bazen beni güldürdü, bazen de düşündürdü. Ama sonradan şu aklıma geldi, kötü bir ruh halindeyken, en basit bir hareket bile bizi incitebilir. Normalde hiç takılmayacağımız bir söz, bir bakış, ruhsal olarak sıkıntı yaşadığımız bir dönemde bizi yerle bir edebilir. Baki de böyle bir süreçteydi genel olarak. Ama sona doğru onda da yaşama tutunma isteği gördük, bahçesini temizlemesi artık hayatı umursadığı anlamına geliyordu mesela. Öncesinde bir önemi yoktu çünkü. Evlenmeyi düşünmeye başladı, yeni bir hayata açabilirdi kapısını artık. Ve... bebek tutmuştu... 


Son olarak Elif'le Baki arasında geçen şu sahneye dair bir şey demek istiyorum. Bazen her şeyi kendimizle ilgili zannediyoruz. Etrafımızda olup biten hadiselerin merkezinde hep biz varmışız gibi düşünüyoruz. Oysa perde arkası çok farklı olabilir. Karşımızdaki insanın da hislerinin olduğunu unutuyoruz genelde. Elif'in Baki'ye onunla evlenmek istemediğini söylediği sahnede herkes Elif'e sinir olmuştur, ben de dahil. Nasıl Baki'yi böyle küçümseyebilir diye kızarken, sonrasında olayın arka planını öğrendik, Elif'in duygularını, yaşadıklarını... O zaman son bölüm Hüseyin amcanın Baki'ye söylediği şu müthiş söze bir kez daha hak verdim:

"Kimsenin mutsuzluğunu küçümseme, kendi hüznünü de büyütme."


Biz de hayatımızda sürekli inişler ve çıkışlar yaşıyoruz, insan olmanı gereği bu. Önemli olan hayata kaldığımız yerden devam edebilmek, üzerimize düşeni yerine getirebilmek. Her şeyden önce biz kuluz zira. Dengeyi bulabilmek duasıyla...





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar